Kime benziyoruz?

Avrupa’ya seyahat ya da iş için gittiğimde, Türkiye’de bir Avrupalı ile tanıştığımda sohbetin ilk cümlelerinden biri mutlaka şu olur: “Türk’e hiç benzemiyorsun.”
Ait olduğu toplumdan farklı bir dış görünüme sahip olan birçok insanın başına gelmiştir bu. Günümüzde, Uzakdoğulu uluslar gibi bazı istisnalar hariç, homojen görünümlü uluslardan bahsetmenin oldukça güç olduğunu düşünüyorum. Yine de o ulusu yakından tanımaya fırsatı olmuş kişilerin belleklerinde o ulusa dair ortalama bir dış görünüm şablonu oluşuyor. Özellikle kendi ülkelerinde Türk nüfusun yoğun olarak yaşadığı Batı Avrupalılarda Türklere ilişkin bazı şablonlar var.
İş nedeniyle başlayan arkadaşlığımızı daha sonra iş dışına da taşıyarak yakın arkadaş olduğumuz İngiliz L., birlikte çalıştığımız ilk altı ayın sonunda tesadüfen Müslüman olduğumu öğrenince küçük çaplı bir şok yaşamıştı. Dış görünümümle Türk’e benzemediğimden Müslüman da olamayacağıma kanaat getirmiş olmalı. Tabi bunda, L.’nin Müslümanlık hakkındaki sorularını, – oruç nasıl tutulur, namaz nasıl kılınır, vb.- bunları bizzat yapmadığım için 3. çoğul şahısla (İngilizce they) yanıtlayan benim de payım olabilir.
Son yıllarda iş nedeniyle birçok Hollandalı ile tanıştım, bazılarıyla yakın arkadaş da oldum. Onlardan biri sık sık şöyle der: “Sen benden daha Hollandalı görünüyorsun.” Başka bir Hollandalı arkadaşım ise birlikte çıktığımız iş seyahatlerinde yeni tanıştığımız insanlar sorduğunda ya da meraklı garsonlar, belki de kibar olmak için, nereden geldiğimizi öğrenmek istediklerinde benim milliyetimi tahmin ettirmeyi bir oyun haline getirmişti. Karşımızdaki kişi neredeyse bütün Avrupa’yı saydıktan sonra ben artık dayanamaz “Türk’üm” derdim. Hollandalı arkadaşım hemen eklerdi: ‘Hiç benzemiyor degil mi?”
Batı Avrupalıların biz Doğulu toplumların yabancı olduğu o müthiş özgüvenleri ve doğalarından gelen Batılı kibirleriyle yaptıkları bu tespitleri -belki Doğulu alınganlığıyla- şöyle değerlendiriyordum bir süredir. Seni ulusundan ayırarak övüyoruz, aslında sen bize benziyorsun diyerek seni yüceltiyoruz. Böylece bir taraftan beni övüp diğer taraftan ait olduğum topluluğu yerdiklerini hissediyordum.
New York’a giderken 60 milletin yaşadığı, kimsenin kimseye ve birbirine benzemediği bu şehirde kaldığım sürece artık bu sözü duymayacağımı düşünüyordum. Tabi bir de ortalama Amerikalılar için hep söylenen dünyada kendileri dışında başka uluslarla, dillerle ve coğrafyayla hiç ilgilenmemeleri vardı beni böyle düşünmeye sevk eden. (Yeri gelmişken yazayım Amerikalılar hakkındaki bu bilginin doğruluğunu, birkaç istisna dışında, bizzat deneyimleyerek öğrendim.)
New York’a vardığımda 83. sokakta 4 ay boyunca yaşayacağım evde, ev sahibem anahtarları teslim etmek ve evle ilgili gerekli bilgileri vermek için beni bekliyordu. Hoş geldin dedikten sonra ilk söylediği bu yazının konusu olan o meşhur cümle oldu. Neyse ki bundan sonraki birkaç istisna dışında tahmin ettiğim gibi oldu, bu cümleyi çok fazla duymadım. Belki de böylece bu gereksiz alınganlığımdan kurtuldum ve başıma gelenlere gülmeye başladım. Florida’ya, yıllardır görmediğim lise arkadaşımı ziyarete gittiğimde birlikte Türk arkadaşlarından birinin düğününe gittiğimizde olduğu gibi. Beni İngilizce selamlayan ve yıllardır Amerika’da yaşayan Türklere Türkçe karşılık verdiğimde çok şaşırdılar: “Aaa! Biz seni yabancı sandık.” 


Ocak 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder